Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) Türkiye Ulusal Komitesi Başkan Yardımcısı Emre Kızılkaya, IPI üyesi ve Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) Türkiye temsilcisi Erol Önderoğlu ile Türkiye Tabipler Birliği (TBB) başkanı Şebnem Korur Fincancı ve gazeteci, yazar Ahmet Nesin’in yeniden yargılamasının ilk duruşmasını izledi. Üçlü, istinaf mahkemesinin haklarındaki beraat kararının bozulmasından sonra tekrar mahkeme karşısına çıktı. Gazeteciler, 2016’da kapatılan Özgür Gündem gazetesiyle dayanışma kampanyasına katıldıkları için yargılanıyor.

IPI, 16 diğer uluslararası basın özgürlüğü kuruluşu ile birlikte, gazetecilerin duruşması öncesinde beraat etmelerini talep etmişti. Ancak mahkeme, istinaf mahkemesinin beraat kararını bozma kararına uyarak duruşmayı 6 Mayıs’a erteledi.

3 Şubat tarihli duruşmaya dair Emre Kızılkaya’nın gözlemleri şu şekilde:


Dünyanın en ilginç kafelerinden biri, İstanbul’da dünyanın en büyük adliyelerinden birinin yakınındadır.

Aynı kafeden dört yıl önce lehimizde bi mahkeme kararının çıkmasından birkaç saat sonra Hürriyet gazetesine yazdığım bir köşe yazımda da bahsetmiştim.

2017 yılında o gün, mahkeme o dönemde Cumhuriyet gazetesinde köşe yazarlığı yapan IPI Yönetim Kurulu Üyesi Kadri Gürsel’in bir yılını asılsız, siyasi gerekçeli suçlamalarla hapiste geçirdikten sonra serbest bırakılmasına karar vermişti.

Bir Eylül akşamıydı ve yağmur yağıyordu. Çağlayan “Adalet Sarayı” önündeki geniş, boş meydan serin ve rüzgarlıydı. Mahkemelerin bulunduğu bu devasa kompleksin karşısındaki minik kafede kararı bekliyorduk.

Saklı Bahçe adlı bu kafede diğer insanların sohbetlerine kulak misafiri olmak benim için tuhaftı: adli kontrol ile serbest bırakılan sanıkların yanı sıra hükümlülerin akrabaları ve avukatları konuşuyorlardı. Vakaların çoğu, cinayet ve insan kaçakçılığı da dahil olmak üzere ağır suçlarla ilgiliydi.

O minik kafede o korku hikayelerini duyarken, istemeden yüzüme acı bir gülümseme yerleşiverdi. Bir an aydınlanarak, kendi durumumuzun trajikomik yönünü fark ettim: Hükümet düzinelerce gazeteciyi gerçek suçlularla aynı çatı altında hapsettiği gibi, bizi, yani basın özgürlüğü savunucularını da bu kafeye, sanıklar ve yakınlarıyla bir arada bulunmaya mecbur etmişti.

Gazeteciler ve basın özgürlüğü savunucuları olarak, sadece kamuoyunu bilgilendirmek ve ifade özgürlüğü savunuculuğunu yapmak için işimizi yapıyorduk, ancak kendimizi en son burada bulmuştuk. Neyse ki o akşam, en azından birimiz gasp edilmiş özgürlüğünü geri alacaktı. Bu nedenle, aralarında IPI üyesi ve Sınır Tanımayan Gazeteciler’in Türkiye temsilcisi olan arkadaşım ve meslektaşım Erol Önderoğlu da olmak üzere diğer basın özgürlüğü savunucuları için çayımı “kadeh kaldırdım”.

Bu sefer yargılanan ise bizzat Erol’du. Çağlayan’da bir başka davaya daha şahit olurken, hükümetin, hukukun üstünlüğünü ve basın özgürlüğünü ayaklar altına alarak, kişileri keyfi olarak bu kafeden adliyeye oradan da bir ihtimal hapishaneye sürüklemesinin ne kadar kolay olduğunu bir kez daha gördüm.

Erol ile geçtiğimiz on yılda kaç basın özgürlüğü faaliyetine beraber katıldığımızı bilmiyorum. Çok fazladır. Dürüstlüğü, samimiyeti ve çalışkanlığıyla Erol, Türkiye’de basın özgürlüğünü sağlamak için her zaman elinden geleni yaptı.

3 Şubat’ta “terör örgütü propagandası yapmak”, “suça alenen tahrik” ve “suçu veya suçluyu alenen övmek” suçlarından tekrar yargı önüne çıktı. Sırf sembolik bir dayanışma kampanyasında, 2016’da kapatılan Özgür Gündem gazetesinin iki saatliğine “genel yayın yönetmeni” olduğu için 14 yıl hapis cezasıyla karşı karşıya.

Doktor ve insan hakları savunucusu Şebnem Korur Fincancı ve yazar Ahmet Nesin ile beraber yargılanan Erol’un bu duruşması, istinaf mahkemesinin daha önce haklarında verilmiş beraat kararını bozması nedeniyle yapılan yeniden yargılamanın ilk duruşmasıydı.

2016 yılında Özgür Gündem için yapılan basın özgürlüğü dayanışma kampanyasının ardından Erol kelepçelendi, sorguya çekildi ve 10 gün boyunca tutuklu kaldı. Daha sonra dört yıllık bir yargılama sürecine katlanmak zorunda kaldı. Ve şimdi, birdenbire, beraat kararı tersine döndü. Sonuç olarak, yine başka bir gayrimeşru davada sanık olarak Çağlayan’a geri döndü.

IPI’n da dahil olduğu 17 basın özgürlüğü ve insan hakları kuruluşu duruşma öncesinde Erol’a desteklerini açıkladı. Ortak bildiride kuruluşlar: “Bu yorulmak bilmez ifade özgürlüğü savunucusunun yeniden yargılanması, Cumhurbaşkanı Erdoğan hükümetinin eleştirel seslere karşı yürüttüğü cadı avının korkunç bir örneğidir,” dedi.

IPI adına, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki yeniden yargılamanın ilk duruşmasını, duruşma salonun her iki tarafında da bulunan arkadaşım ve meslektaşım Erol’un hemen arkasında otururak izledim. Erol, kürsünün her iki tarafında bulunmuştu: Hem hakları ihlal edilen bir insan hakları savunucusu . Hem de özgürlükleri ayaklar altına alınan bir gazeteci, bir basın özgürlüğü savunucusuydu. Hem gözlemci hem sanık.

Mahkeme ise, istinaf mahkemesinin bozma kararına uymayı kabul etti ve Erol’un davasını kapatılan Özgür Gündem gazetesine ilişkin devam eden başka bir dava ile birleştirerek duruşmayı 6 Mayıs’a erteledi.

Mahkeme salonundan çıkarken Erol bana şaşırmadığını söyledi. “Bu kararı yerel mahkemelerin hukuku savunmadaki bir cesaretsizlik örneği olarak görüyorum,” dedi. Hem kendisinin hem de avukatının vurguladığı gibi, hükümetin “yargı reformu” vaadine rağmen mahkemelerin siyasallaşması devam ediyor gibi görünüyor.

Bugünkü duruşmanın ardından bu blog yazısını yazarken bir çay içmek istedim ama o minik kafe engellerle çevriliydi. Salgın yüzünden değil, Çağlayan Meydanı çevresinde bitmek bilmeyen “kentsel dönüşüm” projesi kafenin kapanmasına neden olmuş. Projenin ana hedefi, bazılarının “şehir içi getto” olarak tanımladığı bu bölgeyi “nezihleştirmek”.

Tüm bunlara şahit olduktan sonra, devasa mega inşaat projeleri gibi bu “reformların” ve “yenilemelerin” de ortak bir yanı olduğunu düşündüm: Her ikisi de herkesin iyiliği için bir şeyler değişiyormuş izlenimi yaratmaya çalışıyorlar. Ancak gerçekte, güç sahibi olanlar genellikle daha fazla güç ve zenginlik elde ederken, en zayıf ve en fakir olanların durumu daha da kötüleşiyor. Bu sırada, güç sahiplerini halkın yararına sorgulayanlar- gazeteciler ve basın özgürlüğü savunucuları- ise bedeli ne olursa olsun görevlerini yapmaya devam ediyorlar.

Erol’dan başlayarak, gazetecilik ve basın özgürlüğü savunuculuğu yolunda kendi iyiliğini daha yüksek bir fayda olan kamu yararı için riske atan herkesi bir kez daha selamlıyorum.