IPI Türkiye Savunu Koordinatörü Caroline Stockford, Mart ayında gittiği Türkiye’de Evrensel gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Polat’ın davasına gözlemci olarak katıldı. Polat, Adalet ve Kalkınma Partili iki siyasetçinin konuşmalarını gazetede yayınladığı için “iletişim gizliliğini ihlal”den yargılanıyordu. Stockford’un katıldığı duruşma sonrası Polat beraat etti. Türkiye’de bağımsız az sayıda gazeteden biri olan Evrensel aynı zamanda IPI’ın I Subscribe kampanyasıyla uluslararası aboneliği artırarak destek sağlanması amaçlanan iki gazeteden biri.
IPI, dava sonrası Türkiye medyası üzerinde devam eden baskı ortamını Polat’la konuştu.
IPI: Bu ay, iki siyasetçi arasında geçen bir konuşmayı yayınladığınız için “iletişim gizliliğini ihlal”den yargılandığınız bir davadan beraat ettiniz, bu sizin için sürpriz oldu mu?
Fatih Polat: Biz beraat kararını bekliyorduk açıkçası, çünkü dönemin Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ile Burhan Kuzu arasındaki konuşma daha önce başka yerde, Akşam gazetesinde yayınlanmıştı. Fakat bunun dışında, 30’un üzerinde davamız var denebilir. 50.000TL’ye yakın tazminat cezası var gazete davaları hakkında. Bu dönemin bir özelliği de çok sayıda tekzip geliyor. Özellikle Bilal Erdoğan, Bakan Albayrak veya Binali Yıldırım gibi iktidarı ilgilendiren kişilerle ilgili çok sayıda habere çeşitli tekzipler geliyor. Haberde aslında tekzip gerektiren bir şey olmamasına rağmen ellerindeki gücü kullanarak başka gazetelere de keyfi bir biçimde bunun gönderildiğini biliyoruz. Bu basın özgürlüğünü baskılayan bir durum.
Zor bir dönemden geçiyor Türkiye. Yargıda iktidarın ağırlığının ve etkisinin giderek derinleştiği bir süreç bu. O nedenle de beraat kararlarının daha azaldığını görüyoruz.
IPI: I Subscribe kampanyasının ikinci ayağı Evrensel ile devam ediyor. Basın üzerindeki maddi baskı büyük sorun teşkil ediyor. Özellikle devlet reklam gelirlerinin dağılımındaki adaletsizlik durumu kötüleştiriyor. Basın İlan Kurumu’ndan reklam geliri alıyor musunuz? Ve dağılımın adil olduğunu düşünüyor musunuz?
FP: Biz BİK’ten resmi ilan alıyoruz, ama tabii bu gazetenin tirajına bağlı oluyor ve iktidara yakın gazetelerin çeşitli biçimlerde tirajlarını şişirdiğini ve bu nedenle adaletsiz bir dağılım olduğunu söyleyebiliriz. O nedenle BİK’ten alınan resmi ilan gelirleri bizim yaramıza merhem olacak düzeyde bir katkı sağlamıyor. Onun dışında bir de dağıtım tekeli sorunu var. Dağıtım firması Yaysat’ın kapanmasıyla birlikte Turkuaz dağıtımı tek başına ele almış durumda. Ve biz de şu an Yaysat’a kıyasla, Turkuaz’a her ay 15.000 Lira daha fazla ödeme yapıyoruz.
IPI: Peki kağıt fiyatındaki artış sizi nasıl etkiledi?
FP: Aslında daha önce de kağıt zamlanmıştı ama kağıt üreten fabrikaların kapanması çok ciddi bir sorun. Bunun yanında bir de Türk Lirasının döviz karşısında değer kaybetmesi, kriz dönemlerinde kağıdın fiyatının fırlamasına neden oldu. Bu da ülke genelinde ve yerel çıkan pek çok gazetenin kapatılmasına neden oldu. Evrensel olarak biz sayfa sayımızı düşürdük. Aslında şu anda maaliyetilerin karşılandığı bir aralıkta değiliz. Bir gelir kalemi olsun diye bir yandan da e-gazeteyi başlattık. Ama aslında Evrensel, halkın bilgilenme hakkı ve Evrensel’in misyonu bakımından sadece çıkması gerektiği için çıkıyor. Normalde bu koşullarda bir gazetenin ayakta durması gerçekten çok zor.
IPI: Tüm bu sıkıntıların arasında başlatılan uluslararası I Subscribe kampanyasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
FP: Bu kampanya gazetelere moral bakımından büyük önem taşıyor. Evrensel, BirGün ve Cumhuriyet gibi gazetelerin desteklenmesine dönük bu uluslararası mesleki dayanışma, gazetelerin yalnız olmadıklarını ifade eden psikolojik bir değer taşıyor. Ancak belli ölçüde bir abonelik sağlasa da mali açıdan fark yaratacak bir gelir sağlamıyor. Bizim e-gazete abonelerimizin önemli bir kısmı Türkiye’den, az sayıda da yurtdışından geliyor. Fakat alternatif olarak belki farklı dayanışma biçimleri örgütlenebilir. Örneğin, haberleri nedeniyle tazminata mahkum edilen gazete ve gazetecilerin cezasının ödenmesine yönelik bir yardımlaşma, dayanışma biçimi geliştirebilir. Çünkü bu cezalar sonuçta siyasal bir yargı tarafından verilen cezalar ve gazetecilerin bağımsızlığını tartışmaya açmayacağı için bu tarz bir dayanışma örneğinin daha somut bir şey olabileceğini düşünüyorum.
IPI: Genel yayın yönetmeni olarak yoğun iş yükünüz arasında bir de bir çok gazeteci meslektaşınızın davalarına giderek gözlem yapıyorsunuz. Bunu nasıl ayarlıyorsunuz?
FP: Aslında bunların hiçbirini aktivizm amaçlı yapmıyoruz, mecbur kaldığımız için yapıyoruz. Keşke hiç gitmek durumunda kalmasak ve daha fazla haber yapabilsek. Ama bu davalara giderek gazeteci davalarını desteklemek, gazetecilere yalnız olmadığını hissettirmek mesleğe sahip çıkmak anlamına geliyor. Aslında o yüzden bu, bizim haberciliğimizin bir parçası. Ve bu durumu aşmanın tek yolunun gazetecilik mesleğine sahip çıkarak ve tüm gazeteci davalarına destek olarak olacağına inanıyorum.
IPI: Türkiye’de basın özgürlüğüne dair herhangi bir ilerleme öngörüyor musunuz?
FP: Bu bence Türkiye’de demokrasinin gelişmesi ve demokrasinin nabzı ile alakalı bir süreç. Demokratikleşme süreçleri geliştikçe tahliyeler artacak, davalar azalacaktır. Buna karşın, baskı süreçleri derinleştikçe de basın özgürlüğünün aleyhine gelişecektir süreç, genelde böyle işliyor. Tam da bu nedenle aslında, biz çeşitli insiyatifler ve meslek örgütleri olarak tek tek basın davaları için basın dayanışmaları örgütlüyoruz. Ancak bu girişimler, bu baskıcı iklim karşısında ve bir de başka demokratik, muhalefet biçimleriyle desteklenmediğinde tek başına gazetecilerin baş edebileceği bir şey olmuyor.