Read in English.

Türk gazeteci ve akademisyen Mehmet Altan, kardeşi, yazar Ahmet Altan’ın da dahil olduğu yedi sanıklı davada 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsünde rol oynadığı iddiasıyla “terör” suçlaması ile yargılanıyor. Davanın son duruşması bu hafta görülüyor. Altan kardeşler, 15 Temmuz darbe girişiminden bir gece önce televizyonda ‘bilinçaltı mesaj’ vermekten suçlanıyorlar. Mehmet Altan, 10 Eylül 2016´da soruşturma için gözaltına alındığı tarihten beri tutuklu yargılanıyor.

Mehmet Altan’ın diğer yargılandığı bir davada, Anayasa Mahkemesi Ocak 2018’de verdiği kararla, Altan ve aynı davada sanık Şahin Alpay’ın tutuklu yargılanmaları hakkında, Anayasa’nın 19. maddesi kapsamında “kişisel özgürlük ve güvenlik hakkının”, 26. ve 28. maddeler kapsamında “basın ve ifade özgürlüğü” haklarının ihlaline hükmetti. AYM kararına karşın, 26. Ağır Ceza Mahkemesi, Altan’ın tahliyesini kararının Resmi Gazete aracılığıyla mahkemeye iletilmediğini öne sürerek reddetti.

İlgili mahkeme, 19 Ocak’ta verdiği ikinci bir kararla AYM’nin “yargı yetkisini aştığı” iddiasıyla önceki kararının uygunluğunu savundu.

Bu hafta görülen duruşmanın ikinci oturumunda Mehmet Altan savunmasını yaparken, Türk mahkemelerindeki hukukun üstünlüğünün aksamasına vurgu yaptı.

Ağırlaştırılmış müebbet hapis istemiyle yargılanan Mehmet Altan, savcı tarafından hazırlanan iddianamenin mahkemeye sunulan son kopyasında yer alan kendi ifadelerinden bazı kelime ve cümlelerin aslından farklı yazıldığını gösterdi.

Altan, “konuşmamda yeni savcının esas hakkında mütalaasında belirttiği gibi bir cümle yok. İddianamede de yok,” ifadelerini kullandi.

Ve devam etti,

“Cümlenin esası şu:
´…Türkiye Devleti’nin içinde de muhtemelen bütün bu gelişmeleri dış dünyadan daha fazla belgeleyen, izleyen bir başka yapı var. Yani onun ne zaman torbadan yüzünü çıkaracağı, nasıl çıkaracağı da belli değil…`

Ben böyle söylemişim.

Bu bir cümleden dolayı rahatlıkla, hem çok fazla bir rahatlıkla, “ağırlaştırılmış müebbet” isteyen savcının esas hakkında mütalaasına koyduğu cümle ne?

“Dış dünyadan” lafı “dış dünyada” olmuş. Bu bir.

“Torbadan yüzünü” demişim, bu laf “torbadan elini” olmuş.

“Nasıl çıkaracağı da belli değil” demişim, bu vurgu da “nasıl elini çıkaracağı belli değil” olmuş.

En büyük suçlama delili olarak sunup, bir ömrün zindanda geçirilmesini talep ediyoruz, ama cümlenin kendisini doğru yazamıyoruz.

Bu gayrı ciddilik nedir? Böyle bir yargılama olabilir mi? İnsanların hayatına böyle bir aldırmazlık içinde mi zulüm ediyorsunuz?

Devamı da bu çürüklük üzerinden gidiyor, teker teker ispatlayacağım.

Savcı, daha doğru dürüst aktaramadığı bu cümleyle benim “askeri darbe ortamının var olduğunu ifade ettiğimi” söyleyebiliyor.

Nerede, nasıl demişim, nasıl ifade etmişim, belli değil. Savcı istediği gibi anlıyor, anladığını da benim “ifade ettiğimi” söyleyecek kadar kendinden emin bir rahatlıkla cümle kuruyor, istediği gibi mütalaaya yazabiliyor. Ardından da ‘müebbet’ istiyor.”

Altan kardeşlerin konu olduğu yargı sürecindeki ihlallere ilk kez bu davada rastlanılmıyor. Eylül 2016 tarihinde görülen yine Ahmet Altan’ın yargılandığı Taraf gazetesi davasında o dönemde Can Dündar için hazırlanan iddianameden birden fazla sayfanın Can Dündar’ın ismi dahi değiştirilmeden kopya alınarak Ahmet Altan’ın iddianamesine konulduğu görülüyor.

Ahmet Altan’ın avukatı, Veysel Ok “‘Kopyala-yapıştır’’ suçlamalar ve gerçekler” başlıklı yazısında savcının farklı sanıklar için hazırladığı iddianamelerde nasıl aynı ifadeleri kopyala-yapıştır yöntemiyle kullandığınından bahsediyor. Yerel medya kaynaklarına göre, Avukat Veysel Ok ekibinin “başka bir savcı tarafından hazırlanmış iddianame ve mütalaadan kaynak belirtilmeden yapılan bu alıntılarla oluşturulan kopya bir iddianamenin hukuki gerekçesinin bizzat sorgulanacağını” belirtti.

Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI), Mehmet Altan davasında, ve diğer bir çok davada olduğu gibi, yargının hukuki sürecin gerekliliklerini uygulamadaki başarısızlığına duyduğu endişeyi bir kez daha vurguluyor.

Bu hafta görülen duruşma Çağlayan Adliyesi’nden şehrin dışındaki Silivri Cezaevi’ne taşındı. Yer degişikliğiyle birlikte, duruşmadaki gözlemciler arasında yurtdışından diplomatik bir katılımın bulunmadığı kaydedildi.

16 Şubat Cuma günü görülecek duruşmanın son oturumunda gazeteci ve yazarlardan oluşan 7 sanıklı davanın karara bağlanması bekleniyor. Verilecek kararla birlikte bu dava, gazetecilere yönelik darbe girişiminden açılan davalar arasında karara bağlanan ilk dava olma özelliğini taşıyacak, bu nedenle büyük önem arz ediyor.