Viyana merkezli Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) ve IPI Türkiye Ulusal Komitesi, “cumhurbaşkanına hakaret” suçlaması ile tutuklanan gazeteci, yazar Sedef Kabaş’ın derhal serbest bırakılması için çağrı yaptı.
22 Ocak Cumartesi, gazeteci Sedef Kabaş, TELE1’de yayınlanan bir televizyon programında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik sözleri gerekçe gösterilerek “cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasından sabah saatlerinde gözaltına alındı.
Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün “Haset ve nefretten doğan bu hadsiz ve hukuksuz ifadeler, milletin vicdanında ve adalet önünde hak ettiği karşılığı bulacaktır” açıklamasının ardından Kabaş aynı gün tutuklanıp Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’na gönderildi.
IPI verilerine göre; Kabaş’ın tutukluğu ile birlikte Türkiye’de tutuklu gazeteci sayısı 38 oldu.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) başkanı Ebubekir Şahin, Kabaş’ı direkt olarak hedef alarak RTÜk’ün TELE1 yayını hakkında toplantı yapılacağını belirtmişti. Bugün yapılan toplantıda RTÜK, Kabaş’ın sözleri ve Uğur Dündar’ın RTÜK başkanına bu konudaki eleştirisi nedeniyle TELE1’e yıllık reklam gelirinin %5’i ve %3’ü olacak şekilde iki idari para cezası ve 5 program durdurma cezası verdi.
IPI Türkiye Ulusal Komitesi Başkanı Emre Kızılkaya bu gelişmeler üzerine şunları söyledi:
“Suya sabuna dokunmayan haberler veya rahatsız edici olmayan yorumlar her ülkede yapılabilir. Gelişmiş demokrasilerin ayırt edici özelliği ise şudur: Bu ülkelerde basın ve ifade özgürlüğü, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin deyişiyle ‘şoke edici ve huzur kaçırıcı’ haber ve yorumları kapsar. Bu demokrasilerde özellikle kamu yöneticilerinin eleştiriye tahammül sınırlarının daha da geniş olması beklenir.”
“Susturarak demokrasi olmaz,” diyen Kızılkaya, “IPI 72 yıldır Türkiye’de siyasetçilerin gazetecileri susturmaya çalıştığı sayısız basın özgürlüğü ihlali kaydetti. Gazeteciler ise susmadı, yılmadı. Kendi koltuğu için demokrasiyi ateşe atmaya kalkan siyasetçilerin hepsi bir gün gitti, yeni yetişen kuşaklarla gazetecilik aşkı bâki kaldı. Önemli olan gazetecilerin dayanışması ve okurlarla izleyicilerin ucuz siyasetin tuzağına düşmeyip nitelikli gazeteciliğin kıymetini bilmesi,” ifadelerini kullandı.
IPI Direktör Yardımcısı Scott Griffen da Kabaş’ın tutuklanmasını kınadı.
Griffen, “Gazeteciler ve de tüm vatandaşlar eleştirinin içeriği rahatsız veya şoke edici olsa dahi, seçilmiş siyasileri eleştirme hakkına sahiptir. Demokrasinin çalışma şekli budur,” dedi. “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi imzacısı olarak Türkiye bu gibi yerleşik prensiplere saygı duymakla yükümlüdür. Sedef Kabaş’ın derhal serbest bırakılmasını ve kendisine yönelik tüm suçlamaların düşürülmesini talep ediyoruz. Ayrıca, Türkiye’yi uluslararası insan haklarına standartlarına uygun biçimde cumhurbaşkanına hakaret suçunu kaldırmaya çağırıyoruz.”
Griffen şu ifadeleri de ekledi: “RTÜK’ün TELE1’i cezalandırmak için verdiği karardan da son derece rahatsızız. Bu karar, RTÜK’ün Türkiye’deki bağımsız, eleştirel yayıncılara yönelik orantısız cezalandırma tutumunun da davem ettiğinin bir göstergesidir. RTÜK de ifade özgürlüğü gibi temel haklara saygı göstermeli ve TELE1’e verilen cezaları gecikmeden kaldırmalıdır.”
RTÜK, ayrıca 24 Ocak’taki toplantıda, Fox TV’ye de Selçuk Tepeli’nin iktidarı eleştiren haber yorumları nedeniyle kanala %3 idari para cezası verdi. Cezaların miktarı RTÜK üyesi İlhan Taşçı’ya göre 6 milyon lirayı buluyor.
Dünyanın önde gelen gazetecilik örgütleri geçen yıl Ekim ayında IPI liderliğinde bir ortak basın özgürlüğü misyonu düzenlemiş, 6-8 Ekim’de İstanbul ve Ankara’da temaslarda bulunmuştu.
Heyette IPI, ARTICLE 19, Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ), Avrupa Basın ve Medya Özgürlüğü Merkezi (ECPMF), İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), Osservatorio Balcani e Caucaso Transeuropa (OBCT), PEN International, Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) ve Güney Doğu Avrupa Medya Örgütü’nden (SEEMO) temsilciler yer almıştı.
Heyet, tutuklu gazetecilerin yanı sıra, Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun (RTÜK) ve Basın İlan Kurumu’nun (BİK) eleştirel gazeteciliği cezalandıran uygulamalarına, dijital sansüre, merkez medya üstündeki siyasi tahakküme ve yayıncılık sektöründe yaygın otosansüre de dikkat çekmişti.