Bu yazının hazırlık aşamasında Araştırmacı Gazetecilerin Uluslararası Konsorsiyumu (ICIJ), kirli paranın ülkeler arasındaki yolculuğunu ortaya koyan FinCEN Files adı verilen gizli mali kayıtları açıkladı. 88 ülkeden 400’den fazla gazetecinin 16 ay boyunca çalışarak hükümetlerin yolsuzlukla mücadelesindeki yetersizliğini gözler önüne serdiği bir çalışmaydı bu. Kolaboratif gazeteciliğin küresel çaptaki en iyi örneklerinden olan bu çalışma grubu daha önce de yine sızıntı belgeler üzerinde çalışmış ve vergi kaçakçılığı ile ilgili gizli bilgileri yayınlamışlardı. Geçmişte yaptıkları çalışmalar Pulitzer ödülüne layık görüldü.

Grubun başarısı ise şu soruyu akıllara getirdi: Türkiye’de kolaboratif gazetecilik mümkün mü?

Bunu cevaplayabilmek için önce “kolaboratif gazeteciliğin” ne olduğunu anlamak önemli. Montclair Eyalet Üniversitesi İletişim ve Medya Okulu bünyesindeki Kooperatif Medya Merkezi (Center for Cooperative Media), kolaboratif gazeteciliği birden çok haber kuruluşu arasında üretilen içeriğin etkisini en üst düzeye çıkarmayı amaçlayan resmi veya gayri resmi işbirliği olarak açıklıyor.

Önce Türkiye’de iktidarın gazeteciler üzerindeki baskısını özetlemek için bazı verileri sıralayalım. Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) verilerine göre Türkiye’de 78 tutuklu gazeteci var, tutuklanmayanlar da hemen hemen her gün adliyelerde yargılanıyor. 2016’daki darbe girişiminden bu yana 170’ten fazla medya kuruluşu kapatıldı ve yine bu yıldan beri gazetecilere 1210 yıl hapis cezası verildi. Hal böyle olunca Türkiye’de gazetecilik mesleki faaliyetlerden dolayı hapsedilme gerçeğinden bağımsız düşünülemiyor. Cezalandırılmayan veya hapsedilmeyen gazeteciler için de ortalık güllük gülistanlık değil. Bilgi edinme hakkının kullanılamadığı bir iklimde gazetecilerin kaliteli ve gerçek haber üretimindeki işi daha da zorlaşıyor. Peki işbirliği içinde çalışmak bu zorlukları aşmak için bir yöntem olamaz mı?

Gazeteciliğe başladığım ilk yıllarda İstanbul Adalet Sarayı’nda muhabirlik yapıyordum. “Haber atlatma” deyimini de ilk burada öğrendim. Haberciler, meslektaşlarının gözden kaçırdığı konuyu kamuoyuna duyuran ilk kişi olmayı isterler. Haliyle aralarında bir rekabet vardır. Ancak bazen tam tersi olur. Bazen birçok muhabir haber konusu bir olayı biliyorsa bunu birbirlerine atlatmak yerine aynı gün yayınlamayı tercih ederler. Durum böyle olunca haberin etkisi de büyür.

Ben de size gerçekleri ortaya çıkarmak, kaliteli haber üretebilmek için yapılan kolaboratif gazeteciliğin Türkiye’deki önemli örneklerinden birini; size küçük bir kızın ölümünü aydınlatmak için bir araya gelmiş bir gazetecilik grubundan bahsederek anlatacağım.

Rabia Naz Vatan olayı

12 yaşındaki Rabia Naz Vatan, Türkiye’nin Karadeniz kıyısında bulunan Giresun ilinin Eynesil ilçesindeki evinin önünde Nisan 2018’de ağır yaralı olarak bulunmuş, müdahalelere rağmen hayata döndürülememişti. Savcılık, Rabia Naz Vatan’ın fizik kurallarına göre imkansız görünen bir binanın ön tarafından atlayarak intihar ettiğini iddia ediyordu. Baba Şaban Vatan, bu iddiaya inanmadığı için Rabia’nın Eynesil’in eski belediye başkanının yeğeni tarafından kullanılan bir araba kazasında öldüğünü söylüyor ve kızının ölümünün arkasındaki gerçeğe tek başına ulaşmaya çalışıyordu. Ancak yerel siyasetçilerin ve iktidar partisi milletvekillerinin isminin de karıştığı soruşturmada pek çok delil örtbas edilmişti. Şaban Vatan, yaşananları duyurmak için ilçede miting bile düzenlemiş ancak başarılı olamamıştı.

Bu nedenle Şaban Vatan olayı Twitter’dan duyurmaya karar vermiş, gazeteci Metin Cihan ile bildiklerini paylaşmıştı. Cihan da Twitter hesabından Rabia Naz’ın ölümüyle ilgili çelişkileri anlatıyor, olayın muhattaplarına sorular soruyor, gelişmeleri duyuruyordu. Olay kısa sürede kamuoyunda karşılık bulmuş, Türkiye Rabia Naz Vatan’dan haberdar olmuştu.

Türkiye’de gazetecilik yapan pek çok kişinin başına geldiği gibi Cihan da bu fikri takibinin karşılığında adli soruşturmalara maruz kaldı. Polisler, çocuğuyla gittiği tatilde Cihan’ın katıldığı otele giderek hakkında “terör” soruşturması olduğunu bildirdi. Bunun üzerine Cihan, Eylül 2019’da ülkeyi terkettiğini duyurdu.

Bu olayın ardından Ekim 2019’da yukarıda bahsettiğim gazetecilik grubu bir araya geldi. Grupta belgeselci, fotoğrafçı, sinemacı, grafik sanatçısı ve muhabirler vardı. Gruptaki gazetecilerin hepsi ulusal ve uluslararası basın kuruluşlarında çalışıyordu. Amaç Rabia Naz Vatan’ın ölümünün ardındaki sis perdesini dağıtmak, ortak çalışma ile örtbas edilmek istenen olayın haber etkisini artırmaktı. Bunun için olay yerinde inceleme yapılacak, ilçede yaşayanlarla konuşulacak, soruşturma belgeleri incelenecek, sosyal medya taraması yapılacak, adli mimari ve adli tıp alanındaki uzmanlarla çalışılacaktı.

Kasım 2019’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde konuyla ilgili kurulan Rabia Naz Vatan ve Şüpheli Çocuk Ölümlerini Araştırma Komisyonu, olay yerini görmek ve tanıklarla konuşmak için Eynesil’e gitti. Biz de çalışma grubumuzdan dört kişi olarak komisyonun peşinden gittik. Orada komisyon üyeleriyle tanıştık. Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili Jale Nur Süllü de bizim gibi ön araştırma yapmıştı ve olayın çözülmesini istiyordu.

Komisyon üyeleri, olay yerine korumaları, yasama uzmanları, danışmanları ile birlikte gittiği için incelemeler oldukça kalabalık bir grupla ve hızla yapılıyordu. Milletvekilleri Rabia Naz’ın düştüğü iddia edilen olay yerinde bazı üstünkörü incelemeler yaptı. Olay yerinde geçirilen yaklaşık bir saatten sonra Giresun’un merkezine yakın bir otelin toplantı salonunda tanıklarla, soruşturmayı yürüten yerin başsavcısıyla, inceleme yapan polis amirleriyle, tıbbi müdahaleyi yapan doktorla görüştüler. Gece geç saatlere kadar süren görüşmelerin ardından Giresun’dan ayrıldılar.

Onların incelemesi sırasında yapılacak gözlemin yeterli olmadığını düşündüğümüz için komisyon gittikten sonra ilçede kalmaya karar verdik. Hayatını kaybettiği gün Rabia Naz’ın yürüdüğü yollarda yürüyerek ne kadar sürede evine vardığını tahmin etmeye çalıştık, binanın üç boyutlu görüntüsünü çıkarabilmek için çekimler yaptık, çok sayıda ilçe sakiniyle görüştük. Bunları yaparken de polislerin gözünün üstümüzde olduğunu farkediyorduk.

Elde ettiğimiz bütün bilgileri çalışma grubu ve komisyon üyesi Süllü ile paylaştık. Çünkü komisyonun bu bilgilerden yola çıkarak çalışmayı genişletebileceğine inanıyorduk. Belgeselci, fotoğrafçı, sinemacı ve gazetecilerin olduğu gruba bir de milletvekili dahil oldu böylece.

Meclis komisyonu olayın görgü şahitleriyle görüşürken Rabia Naz’ı bulan kişinin ifadesine şimdiye kadar söylemediği bir şey eklediğini öğrendik. Bu kişi ilk ifadesinde Rabia Naz’ı binanın ön kısmında yatar halde bulduğunu söylemişti. Son ifadesine ise Rabia Naz’ı binanın yan tarafından sürünürken gördüğünü eklemişti. Savcılık da bu bilgiye dayanarak ilk baştaki binanın ön cephesinden atladığı iddiasını değiştiriyor ve Rabia Naz’ın binanın yan tarafından atladığını savunuyordu. Tanık bu bilgiyi söylemek için neden bir yıldan fazla bir süre beklemişti?

Bu soruya yanıt aramak için tanığın evine gittimde kapıyı açtığı andan itibaren tanığın akli bir sorunu olduğu izlenimine kapıldım – bu tıbbi bir tanı değil elbette. Tanığa yönelttiğim birçok soruyu evde bulunan eşi yanıtlıyor, kadın, eşinin konuşmasını istemiyordu adeta. Bu sırada tanık, sorularımı Rabia Naz’ı bulduğu yerde yanıtlamak istedi ve Rabia Naz’ı yaralı olarak bulduğuu söylediği binanın ön tarafına gitmek için palas pandıras evden fırladı.

Dışarı çıktığımızda, tanık Rabia Naz’ı sürünürken gördüğü anı anlatmaya başladı. O sırada Rabia Naz’ın babası arabayla yanımızdan geçerken bizi gördü ve yanımıza gelerek tanıktan ortaya attığı yeni bilgiyi anlatmasını istedi. Tanığın ifadesine sonradan böyle bir ekleme yapmasını olayın örtbas edilme çabası olarak değerlendirdiği için üzgün ve öfkeliydi. O nedenle bilginin tutarlı olup olmadığını kendi gözleriyle görmek istiyordu. Tanıkla yalnız konuşma isteğim bir anda kontrolümden çıkmış ve soruları baba Şaban Vatan sormaya başlamıştı.

Bu sırada tanığın eşi polisi arayacağını söyleyerek yanımızdan ayrıldı. Eynesil’deki çalışmalarımızı polisin bakışları altında sürdürdüğümüz için bu durumun bizi hedef alabileceğini düşünerek oradan ayrıldık. Birkaç saat sonra polisler kaldığımız pansiyonda bizi gözaltına aldı. Bilgisayar, kamera ve cep telefonlarımıza, taşınabilir modemlerimize varana kadar bütün elektronik cihazlarımıza el konuldu. Tanığın evine 50 metreden fazla yaklaşmamız ve yurtdışına çıkmamız yasaklandı.

Ertesi gün serbest bırakıldıktan sonra çalışma grubumuz dağıldı. Çünkü bu konuda çalışmak güvenli değildi artık. Metin Cihan’dan sonra bizim de soru sormamız, araştırma yapmamız engellenmişti. Ama bu orada gözlemlediklerimizi anlatmaya, yazmaya engel olamadı.

Çalışma grubumuzun üyelerinin gözaltına alınması kamuoyunun konua olan merakını da canlandırdı. Çalışmalarımızın sonucu olarak; soruşturmadaki gelişmeler, TBMM Komisyonunun toplantıları haberleştirildi, belgeseller çekildi. Rabia Naz’ın ölümü henüz çözülmemiş olsa da kamuoyunda olayın gündemde kalması ve faillerin sorumlu tutulması için baskıların artmasında yapılan haberler ve araştırmalar büyük önem taşıdı.

Başka bir gazetecilik mümkün

Bu anlattığım örneğin ışığında değerlendirecek olursak Türkiye’de gazetecilerin karşılaştığı ağır baskılar altında gerçekleri aydınlatabilmek ve haberleştirebilmekte kolaboratif gazetecilik ve ortak çalışmanın önemi büyük. Ancak gazetecilikle ilgili tüm faaliyetler emniyet, yargı ve siyasi iktidar ve onun destekçileri tarafından suçlama haline getirilebilir. Tecrübeler hiç kuşkusuz kolaboratif gazeteciliğin de suçlama haline getirilebileceğini gösteriyor.

Hatırlayalım, uluslararası dört kamu yayın kuruluşu olan Deutsche Welle (DW), Voice of America (VOA), France 24 ve BBC işbirliği yaparak 29 Nisan 2019’da Türkçe içeriklerin yayınlanacağı +90 isminde bir Youtube kanalı açtı. Aynı gün iktidar yandaşı Sabah, Takvim, Yeni Şafak ve Yeni Akit gazeteleri bu ortak çalışmayı “Haçlı fitnesi”, “Fitne dörtlüsü”, “Mahşerin dört atlısı”, “Türkiye’ye dörtlü operasyon” başlıklarıyla, yabancı devletlerin ülkeye müdahale girişimi gibi gören, suçlayıcı dilin hakim olduğu yazılarla duyurdu. O sırada söz konusu YouTube hesabındaki tek video “Kara akrebin mucizevi zehri” isimli bir belgeseldi.

Tüm bunlara rağmen, Türkiye’de gerçeğin ortaya çıkmasını isteyen gazeteciler araştırmaya, soru sormaya ve işbirliği içinde çalışmaya devam ediyor. Çünkü hala gazeteciliğin gücünün birlikte çalışarak ve dayanışarak ortaya çıkarılabileceğine inanıyorlar. Bu umut onları gazeteciliğe yönelik her engellemede bir araya getiriyor.

Deneye yanıla, gazeteciliği engellemeye çalışan siyasi iktidarın ezberini bozacak yöntemler kullanarak, birlik içinde gerçeğin ters yüz edilmesinin karşısında durmazsak hiç de uzak olmayan bir zamanda Türkiye’de meslek olarak gazeteciliğin mümkün olup olmadığını konuşuyor olacağız.