Temmuz 2016’dan bu yana 121 basın kuruluşunun kapatıldığı, 139 gazetecinin hapiste, daha nicesinin de cezai kovuşturmalarda terör suçlamalarıyla yargılandığı Türkiye’de basın özgürlüğü hükümet tarafından ciddi biçimde baltalanıyor. Tüm bu sorunlara rağmen, ülkede birçok bağımsız gazeteci basın özgürlüğünü korumak için büyük çaba gösteriyor.
Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde, IPI Türkiye’nin önde gelen deneyimli gazetecilerine çoğulcu ve özgür basının olmadığı bir ülkede çalışmanın nasıl bir şey olduğunu sordu. Gazeteciler şu yanıtları verdi:
26 yıldır gazetecilik yapan Mehveş Evin, artigercek.com için yazıyor ve ArtıTv ile Açık Radyo’ya yayınlar yapıyor.
Basın özgürlüğün gündelik baskılandığı Türkiye’de çalışan bir gazeteci olarak, öncesinden çok daha uımutluyum. Meslekştaşlarımız haksız sebeplerle hapsedildi, yargılandı, tehdit ve taciz edildi, para cezalarıyla gözleri korkutulmaya çalışıldı. Ana akım medyanın ise neredeyse tamamı hükümet kontrolü altında.
Ancak gerçeğin ve halkı bilgilendirme peşinde hala birçok gazeteci ve çok sayıda çeşitli, bağımsız, eleştirel haber yapan dijital medya platformları var. Yöneticiler basın üzerine her ne kadar baskı kurarsa kursun, son yerel seçim sonuçları gösterdi ki halkı manipğle etmek için kamuoyu üzerinde mutlak gücü sağlayamamışlar. Bu nedenle Türkiye’de özgür basını desteklemek için gösterilecek her bir çaba ve destek çok önemli olacak.
33 yıldır ekonomi ve finans alanlarında araştırmacı gazetecilik yapan Çiğdem Toker, uzun süre Cumhuriyet gazetesinde yazdıktan sonra Sözcü gazetesinde yazılarına devam ediyor.
Halkın haber almak hakkı için uğraş veren meslektaşlarımız ve bizler hak etmediğimiz ağır bedeller ödemek durumunda kalıyoruz.
Bağımsız gazetecilik kriminalize edilme sebebine dönüşmüş durumda. Haberciliği hakkıyla yapmak isteyen gazeteciler ağır adaletsizlik kuşatması altında. Hiçbir suçu olmayan meslektaşlarımız, ceza hukuku bakımından maddi, somut delil sayılamayacak suçlamalarla ağır hapis cezalarına çarptırıldı. İfade özgürlüğü sınırları içinde kalması gereken söz, yazı ve paylaşımlar nedeniyle tutukluluk ve yargılamalar sürüyor.
Dava dosyaları aynı olan gazetecilerin temyiz makamları farklı. Ve bu durum daha şimdiden ağır adaletsizlikler üretiyor.
Gazetecilik mesleğinde işsizlik çok yoğun. Binlerce meslektaşımız işini yapamaz durumda. Bütün toplumu etkisi altına alan nefret söylemi ve kutuplaştırma gazeteciliğin var olan sorunlarını çoğaltıyor.
Bu ağır havanın dağılmasını sağlayacak en güçlü adım, ifade özgürlüğüne olabildiğince yaygın biçimde sahip çıkmaktır.
Bağımsız ve özgür gazetecilik demokrasinin olmazsa olmazıdır. Toplumun haber alma hakkı için çalışan, bedel ödemeyi göze alan gazetecilere desteğin artması önem taşıyor.
40 yıllık gazetecilik tecrübesine sahip Faruk Bildirici, Hürriyet gazetesinde ombudsmanlık yaptıktan sonra yakın zamanda görevinden istifa etti.
Maalesef sorunlarımız bugün başlamadı; sansür ve otosansürle de yeni tanışmadık. Zaten holding patronlarının güç devşirme aracı haline gelmişti. Gazeteciliği karlarını maksimize etmek için kullanıyor, gazetecileri sendikalarından istifa ettirip medyayı güçsüzleştiriyorlardı.
Şimdi de gazete ve televizyonları teslim alan, internet sitelerini engelleyen, gazetecileri hapseden, işsiz bırakan ve de hedef gösteren, demokrasiyi iğdiş eden bir siyasi iktidarla karşı karşıyayız. İçinde bulunduğumuz tablo eskisinden de vahim. Artık ne evrensel tanımıyla basın özgürlüğünden, ne de halkın haber alma hakkından söz etmek mümkün ülkemizde…
Ama gazeteciliği öldüremediler, öldüremeyecekler. Az sayıda da olsa eleştirel ve muhalif yayın yapan gazete ve televizyon gazetecilik çabasını sürdürüyor. Teknolojik devrim de bizden yana. Geleneksel medyayı cendereye alan güç, internet medyasını istediği gibi biçimlendiremiyor. İşinden atılan gazeteciler de bilgiyi insanlara ulaştırmak için dijital çağın getirdiği yeni olanakları kullanıyorlar. İnsana umut veriyor bağımsız ve güç odaklarının etkisinden uzak olan bu faaliyetler.
Türkiye’nin yeni siyasi dönüşümlere gebe olduğu bu günlerde rahatlıkla söyleyebilirim ki, geleceğin gazeteciliği işte bu mecralardan doğacak. Siyasi iktidarın teslim alıp propaganda aygıtı haline getirdiği medya kuruluşları tükenecek, tarihin karanlık yüzüne gömülecekler.
Biz gazeteciler, habercilikten, gerçekleri insanlara aktarma mücadelesinden vazgeçmeyeceğiz. Demokrasi ve özgürlük umudumuz eksilmeyecek. Bugünleri, gerçeğe susayan, çıkarlardan arınmış haberleri arayan okur ve izleyicilerin de desteğiyle aşacağız.
28 yıldır haber yayıncılığı yapan Banu Güven, şu anda Deutsche Welle’nin Türkçe bölümüne katkı sunuyor.
İşimizden atıldık, çalıştığımız yerler hükümet yanlısı iş yerlerine satıldı ancak özgür basını susdurmak için gösterilen bu çabaların üstesinden gelmek için online medya üzerinden yollar bulmayı başardık. Kısıtlı kaynaklara ragmen hala görülmeyen ve anlatılmayını göstermekte başarılı olan az da olsa bir kaç kanal ve gazete de yaşamını sürdüyor. Sosyal medya hükümet tarafından konulan engelleri aşabilmenin şu anki tek aracı halinde. O nedenle, şu anda ben ve meslektaşlarımın karşılaştığı en büyük problem bence keyfi tutuklama ve cezalar.
Bazı gazetecilere ağırlaştırılmış müebbet cezaları verildi. Bazıları ise halihazırda hapiste senelerini geçirdi. Bazıları cezaevine geri döndü. Kürt gazeteciler ise çoğunlukla güvenlik güçlerinin ürettiği sahte delillerle çok ağır cezalara tabi tutuluyor. Tüm bunlar mesleklerini yapmaya devam eden gazeteciler için daimi bir tehdit halini aldı. Bu nedenle Türkiye hükümetine ve Cumhurbaşkanına her fırsatta Türkiye’nin uluslararası hukuki yükümlülüklerinin hatırlatılması şart. Türk yargı sistemine uzun süredir sağlanan toleransın yerine, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (ECtHR) kuruluş amacını hatırlamalı ve derhal harekete geçmelidir.
Fatih Polat, Evrensel gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni. Aynı zamanda Evrensel için yazılar yazan Polat 27 yıldır gazetecilik yapıyor.
Yaygın medya organlarının, iktidarın hegemonyasına girmesi, sayısız medya organına rağmen tek sesliliğin hakim olduğu bir medya ortamı yarattı. Az sayıdaki bağımsız gazete ve alternatif internet sitesi, halkın haber alma hakkı bakımından sınırlı bir nefes alma imkanı yaratsa da, işsiz gazetecilerin istihdam sorununa çare değil.
Yakında o iktidar hegemonyası altındaki basın organlarından bazıları da kapanacak. Çünkü iktidar, onları sağladığı finansmanın bir karşılığını göremediğini düşünüyor ve aynı işlevi belli sayıdaki basın kurumunun yaşamasına izin vererek de yapabileceğini hesap ediyor. O da yeni işsiz gazeteciler demek olacak. Türkiye’de sansür süreci derinleştikçe ve medya organları, pek çok basın kurumunun aynı haberi kulandığı havuz sistemiyle yola devam ettikçe, basın sektöründeki işsizliğe çare üretmek imkansız. Daha güçlü meslek örgütlerimiz olmalı. İşsiz gazetecileri 1 Mayıslarda bile sendikaların pankartlarının arkasında göremiyoruz. İşsiz kaldığı zamanlarda bile kendisini bir işçi gibi görmeme eğilimi bizim sektörde maalesef güçlü.Avrupa’da gazetecilerle sendakalar arasında daha güçlü bağlar var. Bu tabloyu değiştirmek için örgütlenme ve dayanışma kritik önemdi.
Diğer yandan bu tabloyu sadece biz gazeteciler değiştiremeyiz. Okur/izleyici/dinleyici olarak halkın, demokratik kurumların, basın özgürlüğü meselesini de, medya ortamındaki tek seslilik, katilesizlik ve işsizlik sorunlarını gündemine alması gerekiyor. Tüm bu tablo karşısında, bunu değiştirmek için mücadele etmek gerektiğine inanıyor ve bunu yaptıkça da daha iyiye doğru yaklaşacağımızı umut ediyorum.
Hakkı Boltan, 15 sene boyunca gazetecilik yaptı. Boltan aynı zamanda kapatılan Özgür Gazeteciler Cemiyeti’nin başkanlığını yaptı.
İktidarın tüm korkutma, sindirme ve bitirme politikasına rağmen özgür ve bağımsız habercilik anlayışı büyük bir basın ve yayın faaliyetini gerçekleştirerek yerel seçimlerde demokratik toplumsal dayanışmayı başta İstanbul gibi büyük şehirlerde olmak üzere gerçekleştirdi. Bu pratiğiyle medya düşmanı iktidara hem verilmesi gereken bağımsız habercilik dersinin ne kadar önemli ve güçlü olduğunu gösterdi, hem de AKP-Erdoğan iktidarının nasıl yenilebileceğini gösterdi. Bu Türkiye de yaşanan en büyük ve en önemli gazetecilik başarısıdır. 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü az da olsa Türkiye de bu şekilde pratik karşılığını buldu.