Üzerinize doğru dev dalgaların geldiğini görseniz ne yaparsınız? Bu kadar somut bir gerçeklik karşısında umursamadan çayınızı mı yudumlarsınız, yoksa kaçar mısınız? İklim krizi artık bu dev dalgalar kadar gerçek ve evimizde. Tüm dünya iklim krizini ve etkilerini yaşıyor ancak karar alıcılar sadece çaylarını yudumluyor.

Bu gerçekliğin farkına vararak Türkiye’de yaklaşık 8 yıldır kent ve çevre muhabirliği yapıyorum. Aslında konuşulanla yapılanlar birbirinden farklı. Beton yığınına dönen güzel şehrim İstanbul bir dönem patlayan inşaat sektörüyle iyice betonlaştı ve iklim krizine de dayanıksız hale geldi. Son 3 yılda olağanüstü hava olayları yaşanmaya başladı. Beton o kadar arttı ki şehirde ısı adaları oluştu, nefes almak dahi güç hale geldi. Şehirde neredeyse tek yeşil alanlar mezarlıklar kaldı.

Yıkımın ortak adı: Rant

Türkiye genelindeki tablo da İstanbul’dan farklı değil. Ülkenin dört bir yanında yeşil ve doğa demeden açılan maden ocakları, iklim krizini tetikleyen en önemli aktör olan kömürlü termik santrallerindeki ısrar ve inşaatı süren nükleer santral… Doğa, çevre, hayvanlar yani aslında ülkedeki tüm canlılar düşünülmeden ve önemsemeden yapılan tüm bu projelerin bence ortak bir yanı var. O da: Rant…

Bu genel çerçevenin ardından benim kent ve çevre muhabirliği serüvenimden bahsetmem gerekirse muhabirliğe İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde gazetecilik bölümü okurken başladım. 2013 yılında, benim üniversitedeki son yılımdı ve Gezi direnişi oldu. Bu dönem neredeyse gece gündüz çalıştım. Bence Gezi direnişi Türkiye’de ağaçların ne kadar kıymetli olduğunu gösteren, betonlaşmaya karşı en büyük protestolardan biriydi. 2014 yılında da kent ve çevre muhabiri oldum. Çocukluğumdan beri doğanın yerine neden betonun ve paranın tercih edildiğini anlamam. İstanbul’da yaşayan bir gazeteci olarak hâlâ anlayamıyorum. Mesleğimi de hep bu soruyu sorarak yaptım, yapmaya devam ediyorum. Bir gazeteci olarak yaptığım tüm haberlere tarafsız bir açıdan yaklaştım, tek bir tarafım vardı o da doğa, çevre ve yaşam hakkından yana olmak.

Kaybeden doğa oluyor

Peki çevre ve kent haberciliğini nasıl yapıyorum ve yapmaya devam ediyorum? Öncelikle Türkiye’nin her yerinden haber yapıyorum. Özellikle yereli çok önemsiyorum çünkü bence yaşam hakkının ihlal edildiği, bu ihlalin somut bir şekilde görüldüğü ve ilk itirazın yüklediği bölge yerel oluyor. Ülkenin dört bir yanından bilgi alıyorum. Haberi bazen bir ihbarın ardından yaptığım araştırma sonucu hazırlarken bazen de bir bölge sakininin açtığı davayı inceleyip yapıyorum. Mega projelerin etkilerini hem sahada gözlemliyorum hem bölge sakinleriyle konuşuyorum hem de açık kaynaklardan tüm süreci araştırıyorum. Haber yaparken gerçek ve doğru bilgiye ulaşmak ilk amacım oluyor. Belgesine ulaşmadan asla haber yapmıyorum.

Haber yapma sürecimde ‘mega’ diye bahsedilen projelerde benim gördüğüm genelde bölge sakinleri ve doğa kaybediyor. Burada bence en önemli nokta ‘kamu yararı’ vurgusu. Çevreye, suya, toprağa, ağaca zarar veren hangi projeyi incelerseniz inceleyin ‘Çevresel Etki Değerlendirme’ raporunda genellikle bir ‘kamu yararı’ndan bahsediyor. Bu ‘gerekçe’yi bu alanda uzmanlaşırken anlamadım, hala anlayamıyorum çünkü doğa kıyımlarının ardından hep ‘kamu yararı’ çıkıyor. Projelerin ekonomiye sağlayacağı katkıdan ve sanayi gelişiminde söz ediliyor ancak gelin görün ki bence bundan daha değerli ve bir daha asla geri gelmeyecek olan doğamız, havamız ve nefesimiz…

Hayati sorumluluk

Biraz da çevre ve kent muhabirliğinin avantajları ve dezavantajlarından bahsetmek istiyorum. Türkiye’de yapılan gazetecilikte asla haberin bitmediği ve gündeme yetişemediğimiz alanlardan biri de kent ve çevre. Doğanın sesi olmak, ranta ve tahribata karşı konuşamayanın hakkını dile getirmek bence bu meslekteki en hayati sorumluluk. İklim kriziyle mücadele etmeye başlayan dünyada bunu hatırlatmak, farkındalık yaratmak, insanları çözüm için harekete geçirmek ve geleceğimize hep birlikte sahip çıkmak için adım atmak çok önemli. Böyle bir sorumluğu yerine getirmek de bence çok değerli. Bu alanda çalışmaktan ve uzmanlaşmaktan her zaman gurur duydum. Bugün de duyuyorum ancak bu alanda çalışmanın dezavantajları da yok değil.

Öncelikle Türkiye’de medyanın büyük bir bölümü maalesef iktidarın sesine dönüştü. Medya sektöründe patronlar çoğaldı. Üstelik gazetelerin hemen hemen hepsinde işverenler, farklı sektörlerde çok sayıda şirkete sahip olan holding patronları… Dolaysıyla hangi çevre tahribatında bir tuğla çekseniz mutlaka bir yere, bir iş insanına dokunuyor. Bu noktada medya sektöründe işin içine para giriyor ya da reklam kaygısı başlıyor. Bu çembere giren basın kuruluşları genelde birine dokunmasın diye haberi yapamıyor. Tabii giderek küçülen ve himaye altına giren basın sektöründe ilk işlerinden olanlar ya da alanı dışında çalışmak zorunda bırakılanlar da çevre ve kent alanında uzmanlaşan muhabirler oluyor. Bu nedenle işinden olan ya da başka işler yapmak zorunda kalan çok meslektaşım oldu. Bugün meslekten koptular ve bambaşka işler yapıyorlar. Tabi bir de çevre haberciliği özellikle suya sabuna dokunmayan haberler, durmayan ve soğumayan ülke gündeminde yine birilerini kızdırmasın diye kullanılabiliyor. Bir alanda çalışmanın bir dezavantajı da çekilen tuğlanın domino taşı etkisi yaratıp gerçekleri ortaya çıkardığı için yargı süreçleriyle sıkça karşılaşmak. Yani yaptığım belgeli ve gerçek çoğu haberde dava açma tehdidiyle karşı karşıya kalıyorum.

İyi ki yapmışım

Gazetecilikte onuncu, uzmanlaştığım bu alanda ise sekizinci yılımı geride bırakırken yaptığım belgeli haberlerle birçok ödüle layık görüldüm. Hepsi de kent ve çevre haberlerimden ötürü verildi. En önemlisi benim hayalim de olan Türkiye’nin en prestijli ödülü Sedat Simavi Gazetecilik ödülüydü. Ancak bu kadar ödülle beraber yaptığım belgeli ve gerçek haberlerim iktidarın hoşuna gitmediğini gördüm ve geri dönüş olarak hakkımda birçok dava açıldı. Gerçekleri yazmanın ve ortaya çıkarmanın bir bedeli olduğu gerçeği de yüzüme çarpmış oldu. Dönüp buz dağının tamamına baktığımda ‘İyi ki yapmışım’ diyorum. Son olarak şunu söylemek isterim ki: Tüm baskılara ve zorluklara karşın gazetecilik yapmaya ve gerçekleri yazmaya devam edeceğim.