15 yıldır çalıştığım Hürriyet gazetesinden ayrılıp gazetecilik eğitimine odaklanma kararı vermemde, son dönemde öğrencilerden aldığım iki mesaj etkili oldu.
İlk mesaj, 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’nde, İstanbul’da yaşayan beşinci sınıf öğrencisi Ada Sami Mecikli’den gelmişti. Ada, mesajında, “Biliyorum ki sizler bize doğru ve tarafsız haberleri yaparken büyük sorumluluklar taşıdığınız bilinci ile bizim sesimiz olmak için gece gündüz demeden hatta çoğu zaman biz uykudayken bile çalışıyorsunuz. Size çok teşekkür eder, meslek hayatınızda başarılar dilerim” diyordu.
İkinci mesaj aynı hafta e-posta ile, tanımadığım bir başka öğrenciden geldi. İstanbul’da özel bir üniversitede gazetecilik okuyan ve okulunda bir sorun yaşamasın diye ismini gizli tutacağım bu genç, öğrenci gazetelerinin dahi yetkililer tarafından sansürlenip “PR bülteni” haline getirilmesinden şikayet ediyordu. Gazetecilik öğrencileriyle kurduğum e-posta grubu nedeniyle bana teşekkür etmeden önce şunları da söylüyordu: “Bu mesleği bağımsız ve etkin şekilde yapabilmek için gazeteciliği öğrenip deneyimleyebileceğimiz bir platforma ihtiyacımız var.”
Türkiye’nin 30’dan fazla şehrinden, yüzlerce iletişim öğrencisinden aldığım bu tür mesajlar üzerine geçen yıl Yeni Medya İletişim Ağı’nı kurmuştum. Yıllardır Türkçe ve İngilizce yayınları için dış haberler editörlüğü, şefliği, yazı işleri müdürlüğü ve dijital içerik koordinatörlüğü yaptığım Hürriyet’ten ayrılırken, bir süredir kafamı kurcalayan ve bu ağı da kapsayan bir proje aklımdaydı. Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) için bugünlerde yazdığım bir rapor ile Harvard Üniversitesi Knight Nieman misafir araştırmacısı olarak sürdürülebilir gazetecilik konusunda yürüttüğüm araştırma da bu proje için temaslarımı hızlandırdı.
Demokratik haklar ve medya özgürlükleri üzerinde baskıların sürdüğü, buna karşın kaliteli gazeteciliğe aç bir kamuoyunun bulunduğu bir ülkede, her yıl 100’ü aşkın iletişim fakültesinden mezun olan binlerce genci nasıl güçlendirebiliriz? Birçok üniversitedeki modası geçmiş eğitim yöntemlerinin yanı sıra, medya kuruluşları üzerindeki siyasi ve mali baskıları da düşündüğümüzde, bu genç gazeteciler ne tür beceri ve platformlara ihtiyaç duyuyorlar?
Bu soruları yanıtlamak için, geleneksel sorun çözme yöntemlerini bir kenara bırakmaya karar verdim. Bunun yerine, sorunları sürekli bir “ideasyon” ve irdeleme döngüsü içerisinde bulup çözmeyi hedefleyen tasarım düşüncesini seçtim. Bu sürecin ilk adımı olarak, birkaç vizyoner akademisyenin ve saygın gazetecinin katkısıyla Türkiye’nin dört bir yanından öğrencileri beyin fırtınası, zihin haritası, rol yapma ve hikayeleştirme oturumlarında bir araya getirip çözüm yollarını tartıştık.
Birkaç ay önce Bilgi Üniversitesi’nde düzenlediğimiz böyle bir oturuma katılan Sait Burak Ütücü, “iletişim fakültelerinin teknolojinin baş döndüren hızına yetişmekte zorlandığını” söylemişti. Bir başka öğrenci, Sema Kahriman, gazetecilik bölümlerindeki müfredatın sorunun merkezinde olduğunu belirtmişti.
Durum özellikle devlet üniversitelerinde kötü. Öğrencilerin çoğu, Türkiye gibi gazeteciler için oldukça zor koşullar sunan bir ülkede, gazeteciliğe hazır olmadan mezun oluyor. Bugün gereken dijital beceriler bir yana, öğrencilerin birçoğu yazarken veya konuşurken kendilerini ifade etmekte dahi zorlanıyorlar. Bilgi, Bahçeşehir ve Kadir Has gibi birkaç özel üniversitenin çok iyi Yeni Medya bölümleri var ama onların mezunları bile, gazeteciliğe yönelmek istediklerinde, genel olarak medyanın bugünkü feci durumu yüzünden iş bulmakta zorlanıyor.
Ağımızın akademisyen üyelerinden Serap Can’ın belirttiği gibi, “Bu kadar teknolojiye endeksli bir alanın gelişmeleri onlarca yıl geriden takip etmesi, fiziksel ve maddi imkansızlıklar, özgürlük ortamının olmaması vs. sonucunda mezunlar sadece 5N1K’nın açılımını bilen, dört yılda belki birkaç kez kamera görmüş, yabancı dili olmayan, ana dili dahi yetersiz olan, temel kavramlardan habersiz, staj yapamayan, yapsa da fotokopi çekmekten başka iş yaptırılmayan, iş bulmak için İstanbul’a yığılmak zorunda kalan, dolayısıyla iş bulamayan umutsuz yığınlar haline geliyor.”
Türkiye Gazeteciler Sendikası verilerine göre 10 bini aşkın medya çalışanı işsiz durumda ve 140 civarı gazeteci hapiste. Sansür ve otosansür yaygın. İnsanlar sosyal medyada dahi görüşlerini dürüstçe paylaşmaktan çekiniyor. 13 Nisan’da görüldüğü gibi, saygın bir ekonomist olan Mustafa Sönmez dahi, bir grup futbol taraftarının Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkındaki iğneleyici tezahüratını içeren videoyu paylaştığı için sabaha karşı 03.50’da gözaltına alınabiliyor.
Facebook gibi sosyal platformlar da resmi bir başvuru aldıklarında, büyük bir pazar olarak gördükleri yüksek nüfuslu ülkelerde yasaklanmamak için içerikleri sansürlemekte gayet istekli davranıyor. Belki bundan da kötüsü, bu platformların, güvenilirlik ve kamu çıkarını öncelikli kabul etmek yerine ilgi çekici, kamuoyunu bölücü ve bazen manipülatif içerikleri teşvik etmesi.
Türkiye’de iktidarın doğrudan veya dolaylı kontrolünde olmayan az sayıda medya kuruluşu da gazeteciliğin, gerçeklik ve tarafsızlık gibi temel ilkelerine istikrarlı bir şekilde bağlı kalmakta başarılı değiller. Bu kuruluşların birçoğu, hakikatin etrafında çoğulcu bir platform kurarak daha faydalı bir kamusal diyaloğun tohumlarını ekmek ve böylece belki de bir gün yeni bir “ana akım medyanın” yolunu açmak yerine, kutuplaşmayı körüklüyor.
Bu karamsar tablo karşısında, ne akademik ne de mesleki anlamda iyi bir eğitime sahip olarak mezun olmuş binlerce genç gazeteci kendilerini köşeye kıstırılmış hissediyor, daha başlamadan mesleği bırakmak veya kendilerini göz önünde olmayan bloglar yahut yeraltı yayınlarıyla kısıtlamak zorunda kalıyorlar.
Yine de ben son dönemde tanıştığım birçok gencin gözünde bir umut ışığı görüyorum. Mesela İstanbul’daki buluşmalarımızdan birine katılan Samet Öz, “ne olursa olsun topluma bir katkıda bulunmak için insanların haber ve fikirlerini özgürce paylaşabileceği bir platform kurmakta kararlı olduğunu” söylemişti. Çok sayıda ilden gençler, yerel gazetecilik projelerinde işbirliği için beni şehirlerine davet ederken benzer bir amaç güdüyordu.
Bu genç meslektaşlarıma dünyada ve Türkiye’de medyanın bugün nerede bulunduğunu ve yarın ne yöne evrilebileceğini anlatırken öncelikle bu en karanlık saatlerde bile özgüven aşılamaya çalışıyorum. Geçenlerde gazetecilikte inovasyona odaklanan bir site olan Journo ile bir röportajda da söylediğim gibi, “dijitalin yeni para birimi itibarsa, temeli veri, dili ise tasarımdır.” Sürdürülebilir haber organizasyonlarının erişimi artırarak hacme oynamak yerine, köklerine dönmesi gerekiyor: Yani kamu çıkarına hizmet için topluluklarla daha fazla etkileşim kurmaya.
Erdoğan gibi güçlü bir liderin dahi, medyanın neredeyse tamamını kontrol etmesine rağmen yerel seçimlerde yenilgiye uğradığı düşünülürse, demokrasiye inanan bir gazeteci neden hâlâ karamsar olsun ki? Bugünün sınırlı gazetecilik faaliyeti dahi Türkiye’de kontrol edilemez gibi görünen bir güce sahip iktidarın kamuoyu tarafından denetimine katkı sağladıysa; daha iyi, güvenilir ve çoğulcu bir medyanın demokrasimizi ne kadar geliştirebileceği açık değil mi?
Bugünlerde Türkiye’nin onlarca şehrinden yüzlerce gazetecilik öğrencisi ile kamu yararına içeriklerle demokrasiye güç katacak sürdürülebilir bir platformun nasıl kurulabileceğine dair sorular soruyor, prototipler hazırlıyoruz. Bu öğrencilerden birinin geçen gün gönderdiği bir e-postadaki cümleyle bitireyim: “Annem babam bunca riske rağmen neden hâlâ gazeteci olmak istediğimi sordu. Ben de onlara ‘neden olmasın’ dedim.”