Türkiye’de gazeteci olmak, güne uyandığın yer ile gözünü kapattığın yer arasında bulunan uçurumu ifade ediyor. Güne haber yapmak heyecanı ile uyanırken bu heyecan tutuklanma sebebiniz olabiliyor. Ben de cezaevinde bulunan pek çok meslektaşım gibi bu süreci deneyimledim. Hukuksuz bir şekilde 360 gün cezaevinde kaldım. Yaşadığımız süreç bizde şaşkınlık yaratmadı çünkü Türkiye’de gazetecilik yapmanın ne anlama geldiğini çok iyi biliyorduk. Kapatıldığımız mekânların bizleri mesleğimizden uzaklaştırmak yerine, yeni bir alan yarattığına inanıyorum. Nitekim cezaevlerinde bulunan onca meslektaşımız bulunduğu yerlerden haber aktarmaya devam ediyor. Gerçekten öyle mi? Cezaevinde gazetecilik sürdürülebilir mi? Gazeteci sadece sahada mı gazetecilik yapabilir? Elinde makinesi ve bilgisayarı olmadan da mesleği sürdüremez mi? Cezaevinde bu kadar gazeteci varken ajansları cezaevine taşımış olabilir miyiz? Bu soruları önce kendime sonra da cezaevi deneyimi yaşamış gazeteci Ahmet Şık, Zehra Doğan ve Hüseyin Aykol’a yönelttim.

Cezaevine ilk girdiğimde mesleğimi bu alanda sürdürmenin koşullarını yaratmaya çalışıyordum. Gazeteciliğin belli bir mekânı ve sınırları olmadığını düşündüğüm için kısa bir süre içinde haber yazmaya karar verdim. Cezaevlerinde hukuksuz bir şekilde tutuklanan onca insan hikâyesi varken, konu arama derdiniz de olmuyor. Öğrencisinden, akademisyenine, siyasetçisinden sanatçısına toplumun tüm kesimini burada bir arada görmek mümkün. Ben de bu koşulları değerlendirerek hak ihlalleri ve insan hikâyelerini haberleştirmeye çalıştım. Ancak bu durum cezaevleri için pek de kolay olmuyor. Ya mektuplarınız dışarı gönderilmiyor ya da sansür uygulanıyor. Yani haber yapmak kolay ama onu dışarıya ulaştırmanız epey bir emek istiyor.

Cezaevinde yöneldiğim ilk haber musluklardan akan paslı su meselesi idi. İnsan yaşamını tehdit eden bu konunun üzerinde durdum ve haberleştirerek çalıştığım Mezopotamya Ajansı’na yollamaya karar verdim. Mektubu alan memurun ‘gözünden kaçması’ ile mektubum ajansa ulaştı. Haberin dışarıda etki yaratması ile birlikte mektupçunun  ‘bu tarz haberler yapmayacaksın’  söylemi hemen peşinden geldi.  Daha sonra mektubu alan memur başka bölüme verildi. Cezaevi yaptığım haberlerin aslı olmadığını bildirdi. Ancak sonrasında kamuoyunda etki yaratması ile cezaevi bu durumu kabul ederek, cezaevinin boru tesisatının değişeceğini bildirdiler. Yaptığım haberin etki uyandırması bende büyük motivasyon yarattı ve daha çok haber yazmaya karar verdim.

Ahmet Şık: Gazetecinin kendi hikayesi bile bir haberdir

Peki diğer gazeteciler de böyle düşünüyor mu? Sorularımı ilk olarak sosyal medya paylaşımları ve Cumhuriyet Gazetesi’nde yazdığı bazı yazılarda “Türkiye Cumhuriyetini, yargı organlarını, askeri ve emniyet teşkilatını alenen aşağılama” ve “Terör örgütü propagandası yapmak” suçları ile tutuklanan ve 809 gün cezaevinde kalan Ahmet Şık’a yönelttim.

Ahmet Şık

“Gazetecilik demek görmeyenin gözü, duymayanın kulağı, konuşmayanın sesi olmak demektir” sözleri ile gazeteciliğin tanımını yapan Şık, “Cezaevinde gazetecilik sürdürülebilir mi?”sorusuna hem evet hem de hayır yanıtını veriyor. “Nedeni ise kişiye, şartlarına ve mevzuya nasıl baktığıyla ilintili. Cezaevinde alanınız çok kısıtlı. Ancak bu kısıtlı imkânlar içinde gazeteci pek çok konuyu ele alabilir. Ve cezaevine giren gazeteciler bu tarz haberler yapıyorlar. Dolayısıyla bunlar bir bütün olarak elbette gazetecilik faaliyetidir. Hatta gazetecinin kendi hikâyesini yazması bile bir gazetecilik faaliyetidir” diyen Şık sözlerini şöyle sürdürüyor:

“İlk tutukluluğumda yazdığım sorunlar büyük oranda çözülüyordu. Ancak ikinci tutukluluğumda öyle değildi.  Çok ağır bir tecrit vardı. 60 saat boyunca su dahi verilmedi. Ancak sekiz günün ardından gelen avukatlar aracılığı ile yaşanan sorunu aktardım. Haberin ertesi gün gazetede yayınlanması ile birlikte cezaevi müdürü elinde kitaplarla geldi ve hemen koğuş ayarlandı. Burada bilgi aktarıcısı olarak gazetecilik yaptım. Bu durum sorun çözme odaklı olabiliyor. Ancak bu kişinin sıfatı ile çok ilintili bir durum. Birçok gazeteci arkadaşımız tutuklanıyor ancak burada insanların çalıştığı yere bakarak bir şablon çiziliyor ve gazeteci gözüyle bakılmıyor. Dolayısıyla ben bu konuda ’torpilli’ olduğumu söyleyebilirim. Yazdığım yazılar yüzünden bir müdahale ile karşılaşmadım ama aslında yazı yazmak bile ‘disiplin suçu’ sayılabilirdi.”

Dışarıda bulunan gazetecilere yönelik eleştiride bulunan Şık, “Cezaevinde bulunan gazeteciler zaten mesleğini yaptığı için cezaevine girdiler. Önemli olan dışarıdaki gazetecilerin işini yapmasıdır. Çünkü hapiste olmayan gazetecilerin de aslında hepsi tutuklu. Türkiye’de basın özgürlüğünün çıtasını belirleyen, cezaevinde bulunan gazetecilerin sayısıdır. Türkiye açık ara lider. Bu durum bizi karamsarlaştırıyor ancak bu bana umut da veren bir şey. Bunca baskı ve faşizme rağmen hala işini yapmakta ısrar eden çoğunluğu gösteriyor. Hala Türkiye’de mevcut kurulu sisteme itirazı olan gazeteciler var” diyor.

Zehra Doğan: Tam da böyle bir süreçte cezaevinde gazetecilik yapılır

Gazeteci ve ressam Zehra Doğan, sokağa çıkma yasağı döneminde Mardin’in Nusaybin ilçesinde çizdiği resimleri, sosyal medya paylaşımları gerekçe gösterilerek “örgüt propagandası yapmak” suçlaması ile 2 yıl 9 ay 22 gün hapse mahkûm edilmişti. Doğan tutuklu kaldığı süre içerisinde cezaevinden çok sayıda haber yaptı ve çizdiği resimler ile gündem yarattı. Cezaevinde gazeteciliğin sürdürülebileceğini yaptığı haber ve deneyimleri ile anlatan Doğan,  “Gazetecilerin olumsuz bir durumu olumluya çevirdiğini düşünüyorum. Meltem Oktay’ın cezaevinden yaptığı haberler ile içerideki kadınların hikâyeleri dışarıya taşındı. Tutukluluk deneyimi yaşayan sen de, ben de bu durumu deneyimledik” diyerek cezaevinde yaşadığı bir deneyimi anlatıyor:

“Ben tutuklanıp cezaevine gönderildiğimde tutukluların çoğu beni tanıyordu. Birçoğu benim haber kaynağımdı ve dışarıdayken  haberini yapmıştım. Bu defa içeriden onların hikâyelerini yazmayı sürdürdüm. Cezaevine giren herkes tutsak oluyor ancak bizim mesleki sorumluluğumuz var. Gazeteci hangi mekânda olursa olsun mesleğini sürdürmek zorundadır. Özgür Gündem gazetesinin kapatıldığı bir dönemde aklımıza bir fikir gelmişti. Bu koşullarda neden biz de bir gazete çıkartmayalım? diyerek, 2016 yılında bu fikri hayata geçirdik. Önce bir haber masası oluşturduk ve editöründen, haber müdürüne; muhabirinden, karikatüristine kadar herkes görevlendirildi. Sonrasında cezaevinde birçok röportaj gerçekleştirdik. Burada çok iyi dosya haberler yaptık. Dışarıya ulaşıp yayınladığında çok olumlu tepkiler aldık.”

Doğan, çizimlere dayalı gazetenin ilk sayısı yayınlandıktan sonra cezaevi müdürü ve savcının da dahil olduğu bir koğuş araması gerçekleştirildiğini ve koğuşta matbaa makinesi aradıklarını anlatıyor. Arama esnasında kendilerine duyulan öfkenin bir başarı yansıması olduğunu ifade eden Doğan, bu durumun kendilerinde daha büyük bir motivasyon yarattığını ve hemen yeni çalışmalara başlayarak ikinci sayıyı çıkardıklarını anlatıyor. Doğan bu deneyimin cezaevinde gazeteciliğin sürdürülebileceğine bir örnek olduğunu söylüyor.

Hüseyin Aykol: İçeriden yazdığımız mektuplar bile soruşturma açılmasına neden olabiliyor

Özgür basın geleneği içinde ifade özgürlüğü ve insan hakları mücadelesinde 45 yılı geride bırakan 67 yaşındaki Hüseyin Aykol ise “örgüt propagandası yapmak” iddiasıyla verilen ve kesinleşmiş 3 yıl 9 aylık hapis cezası ardından tutuklanmıştı. Türkiye’de şair, yazar, gazeteci gibi aydın kesiminin büyük çoğunluğunun cezaevi deneyimi yaşadığını anlatan Aykol, bu sürecin pek çok açıdan zorlukları beraberinde getirmesine rağmen insanların bu alanlarda üretimi sürdürdüğünü söylüyor. Geçmişten bu yana gazetecilerin tutuklandığına dikkat çeken Aykol, “Cezaevinde olmaları onların gerçek gazeteci olduğunun ipucudur. Ve gazeteciler cezaevinden yazmaya devam ediyor. Ancak dünden bugüne cezaevinde gazetecilik konusunda değişen şeyler de var.  Örneğin önceden insanlar kalabalık koğuşlarda kalıyordu. Bu gazeteci için büyük bir avantaj sağlıyordu. Çünkü pek çok insanın hikâyesine dokunma şansı yakalıyordu. Şimdi ise tek kişilik, üç kişilik koğuşlar ile bu durum sınırlandırılıyor” diyerek cezaevinde yaşanan sınırlandırmanın olumsuz yanını anlatıyor.

Hüseyin Aykol

Yaptığı haberleri dışarıya ulaştırmakta büyük sorunlar yaşadığını vurgulayan Aykol, mektupların günlerce inceleme bahanesi ile bekletildiğini belirterek, “Hatta yazdığınız mektup soruşturma açılmasına neden olabiliyor. Cezaevine girdiğimde avukatlar aracılığı ile mesleğime buradan devam ettireceğimi duyurmuştum. Ve içeriden gelen mektupları haberleştirmeyi sürdürdüm.” Diyor ve ekliyor: “Özellikle cezaevlerinden bu anlamda çok mektup aldım. Mektupların içeriği genelde cezaevi sorunları oluyordu. Tüm kısıtlamalara rağmen bunları anlatmak için elinizden geleni yapıyorsunuz. Gazetecilik vicdanlı insanların yapabileceği bir meslektir ve cezaevine giren arkadaşlar tam da bu nedenle çalışmalarını sürdürüyor.”

Aykol son olarak, bu anlamda gazeteciliğin cezaevinde sürdürülebileceğini düşündüğünü belirterek tüm gazetecilerin her koşulda mesleğini büyük bir sorumlulukla sürdürmesi gerektiğinin önemine işaret ediyor.

Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) verilerine göre Türkiye cezaevlerinde 100’un üzerinde tutuklu gazeteci bulunuyor. Zorlu koşullar altında mesleğini sürdürmeye çalışan gazeteciler bulunduğu alanlarda yaşanan hak ihlallerini ve insan hikâyelerini bizlere ulaştırmaya devam ediyor. Hatırlatmak isterim ki yüzü aşkın gazeteci yeni yıla cezaevinde girecek. En azından dayanışma kurmalı ve yeni yıla girerken onlara mektup yazmayı unutmamalıyız.