Son yaşanan Özgürlükçü Demokrasi Gazetesi baskını,  Türkiye’de bağımsız medyanın geleceğini bir kez daha sorgulatırken, Kürt basınına yıllardır uygulanan orantısız baskının ve bu süreçteki usulsüzlüklerin altını çiziyor.

28 Mart’ta Özgürlükçü Demokrasi Gazetesi’nin İstanbul Beyoğlu’ndaki merkez binası ile gazetenin basımı yapılan Gün Matbaası gece yarısı eş zamanlı olarak polis baskınına uğradı. Arama izni olmaksızın, gazete binasının kilitli kapısını kırarak giren polis güçleri tüm binayı aradı. İlk baskında 12 matbaa ile gazete çalışanı gözaltına alınırken, ertesi gün yapılan ev baskınlarında gözaltına alınanlarla birlikte toplam 22 kişi tutuklandı. Birkaç gün sonra, gazete ve matbaa sahipleri ile matbaa çalışanlarından oluşan 20 kişi ifadeleri alınmadan tutuklandı. ANF’nin haberine göre, tutuklananlar arasında öğrenilen isimler şöyle:

Özgürlükçü Demokrasi Gazetesi İmtiyaz Sahibi İhsan Yaşar, gazete Yazı İşleri Müdürü İshak Yasul,  Gün Matbaası Sahibi Kasım Zengin ile matbaa çalışanları Erdoğan Zamur, Cemal Tunç, İhsan Sinmiş, İrfan Karaca, Kazım Göçer, Mehmet Emin Sümeli, Musa Kaya, Sadettin Demirtaş, Necat Hizarcı, Polat Arslan, Mahmut Abay, Cumali Öz,  Mehmet Kadir Özkara, Mürsel Demir, Özgür Bozkurt, Kemal Daşdöğen, Süleyman Güneş, Muhammet Özkan ve Uğur Selman Kelekçiler.

10 Nisan Salı günü ise bir süredir gözaltında tutulan gazetenin editörleri Mehmet Ali Çelebi, Reyhan Hacıoğlu ve Hicran Urun, çalışanları Pınar Tarlak, Ramazan Sola ve Nedim Demirkıran ile gazetenin eski çalışanlarından Mehmet Beyazit “örgüt üyeliği” suçlamasıyla mahkemeye çıkarıldı. Sola, Demirkıran ve Beyazit adli control şartıyla tahliye edilirken, editörler Çelebi, Hacıoğlu, Urun ve Tarlak tutuklandı.

Yönetimine derhal kayyum atanan gazete ve matbaaya ilişkin baskın ve tutuklamalar hakkında IPI ve diğer insan hakları örgütlerinden katılımla hazırlanan toplu bildiriye buradan ulaşabilirsiniz.

Baskın, uluslararası ve yerel kamuoyunda geniş tepkilere yol açtı ancak Kürt muhalif basınının karşılaştığı ilk baskın değil bu. Özgür Gündem Gazetesi, 16 Ağustos 2016’da mahkeme kararıyla “geçici” olarak kapatıldı. Mahkeme kararını gazetenin İstanbul’daki ofisine yapılan polis baskını takip etti. Baskın sonrası 24 kişi göz altına alınmıştı.

2015’in Eylül ayında ise Diyarbakır’daki Dicle Haber Ajansı (DİHA), Türkiye’nin Kürtçe yayın yapan tek gazetesi Azadiya Welat, Aram Yayınları ve KURDİ-DER’in bulunduğu binayı basan polis, ajans ve yayınların ofisine pek çok tahrip bırakmış, toplamda 32 kişiyi göz altına almıştı. 32 tutuklunun hepsi daha sonra serbest bırakılmıştı.

Baskını takiben, 30 Ekim 2016 tarihli Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile de DİHA ve 14 diğer ajans kapatıldı.

O dönemde tutuklananlar arasında bulunan DİHA Haber Müdürü Ömer Çelik, DİHA’nın yaşadığı zorluklar ve baskın hakkında Uluslararası Basın Enstitüsü’ne (IPI) konuştu. Çelik, DİHA’yı özel kılanın DİHA’nın Türkiye’deki siyasal değişimin yansıması olmasına bağladı.

“Aslında Kürt basını olarak kendimizi ‘diğer’ üzerinden tarif ettiğimiz bir noktadaydık … Çünkü Türkiye, 2014-15 sonrasında çözüm sürecinden çatışmalı bir sürece evrildi. Bu çatışmalı sürecin kendi içerisinde birçok hak ihlalini doğurduğu, devletin güvenlik birimlerinin hukuksuzluklara imza attığı, sonrasında birçok insan hakları örgütünün raporlarında da ortaya konuldu. Biz ise raporlara yansıyan bu gerçekliğin kaynağını topluma aktarmaya çalışıyorduk.”

Şu anda Mezopotamya Ajansı’nda editör Ömer Çelik, 2016 yılında RedHack adlı grubun sızdırdığı Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’ın e-postalarını haberleştirdiği için Tunca Öğreten ve Mahir Kanaat ile birlikte 300 günü aşkın göz altında tutulmuştu.

Çelik, DİHA’nın kapatılmadan önce en çok hedef alınan ajanslar arasında yer aldığına da vurgu yaptı;

“Daha önce de baskı ve tutuklamalar oluyordu, ancak son üç senede bu baskı katlandı. Nitekim, ‘Olağanüstü Hal’in ilanından dört gün sonra, ilk erişim engeli getirilen haber ajansı bizdik (DİHA) diğer kurumlar arasında. O günden kapatıldığımız güne kadar da tam 49 erişim engeli getirildi.”

Çalışma koşullarının artan finansal baskılarla daha da zorlaştığını söyleyen Çelik, “baskıyı, şiddeti bir kenara koyarsanız ekonomik olarak bile ayakta durmak gerçekten çok güç” yorumunda bulundu.

DİHA gibi KHK ile kapatılan, artan finansal yaptırımlar, tutuklamalar ve siyasi şiddetle uğraşan diğer bir çok ajans ve gazete çalışanlarının ise mesleki mücadelesi devam ediyor. Zorlu şartlarda mesleklerini icra etmeye çalışan, muhalif görüşte oldukları için iş bulamayan veya çalıştıkları yerlerde otosansür uygulamaya itilen gazeteciler için Türkiye’de zor günler henüz geçmiş değil. Ancak yurtiçi ve yurtdışında gösterilen dayanışmanın etkisi büyük. Benzer görüşleri savunan gazeteci Çelik, DİHA ve Mezopotamya Ajansı gibi kurumların varlığını sürdürebilmesinin ancak bu dayanışmayla mümkün olabileceğini vurguladı;

“Kuşkusuz hiçbir meslektaşımızın mesleği nedeniyle yargılanamayacağına ve bu gibi durumlarda her zaman yanlarında durmak gerektiğine inanıyoruz. Ancak bu şekilde bizlere yönelen tehlikeyi, baskıları bertaraf etmiş oluruz.”